Yeni Süreç: Türkiyelilik mi Hesaplaşma mı -1-

Semra Polat Yazdı... 

11 Mayıs 2025
Yeni Süreç: Türkiyelilik mi Hesaplaşma mı -1-

Yeni Süreç: Türkiyelilik mi Hesaplaşma mı -1-

Semra Polat - [email protected]
10 Mayıs 2025, Cumartesi, 06:34

 

Tarihin çetin coğrafyasında bir kez daha aynı soruyla baş başayız: Türkiye, bir arada yaşamanın, demokratik temsilin ve barışın dilini mi konuşacak, yoksa kimlikler üzerinden çatışmanın ateşiyle mi yanacak?

Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mektuplar, bir zamanlar çözüm sürecinin simgesi haline gelmişti. 2013 Nevruz’unda Diyarbakır'dan yükselen barış çağrısı, PKK’nin kongresinde aldığı “silahlı mücadele yerine siyasal mücadele” kararıyla umut vermişti. Ancak bu umut, birkaç yıl içinde hendeklere, bombalara ve yeniden göçlere teslim oldu. PKK'nin ilan ettiği “öz yönetim” denemeleri, özellikle 2015-2016 döneminde Cizre, Sur, Yüksekova gibi kentlerde yıkım ve ölümlerle sonuçlandı. PKK'nın kazdığı hendeklerdeki yığınaklarına yönelik devletin sert müdahalesi, şehirlerin adeta savaş alanına dönmesine sebep oldu. Olaylar yalnızca bölge halkını değil, tüm ülkeyi sarstı. Eğer hendek olayları gerçekleşmese idi bugün Orta Doğu'da Kürt meselesi kalmamış olacaktı. 

PKK’nın fesih süreci

“Siyasal mücadeleyle devam edelim” deniyor. Elbette silahların susması, her şeyden önce insan hayatı için kıymetlidir. Ancak mesele şu: 40 yıl boyunca ölen binlerce genç, kaybedilen kuşaklar, tahrip edilen kültür, yasaklanan Kürtçe, boşaltılan köyler, yakılan kitaplar, sürgüne gönderilen aydınlar ne olacak? Bunlar boşa mı gitti? PKK, Kürt halkının tarihsel acılarını büyüterek meşrulaştırdığı bu mücadelenin sonunda, “özgürlük”ten neyi kastettiğini gerçekten netleştirdi mi? 

PKK'nın kuruluş bildirgelerinde yazanla, 40 yılın sonunda ortaya çıkan tablo arasında derin bir uçurum var. 1978’de “Kürt halkının özgürlüğü” adına yola çıkan bu örgüt, aradan geçen on yıllar boyunca, hem devletten hem halktan, hem içeriden hem dışarıdan ciddi bir bedel topladı. Peki soralım: Bu bedelin karşılığı neydi?

Devletin de elbette büyük sorumluluğu var; 1990’larda köy boşaltmaları, faili meçhuller, koruculuk sistemi ve sistematik inkâr politikaları, Kürt halkını devletten iyice kopardı. Ancak PKK da bu boşluğu demokratik siyasetle değil, şiddetle doldurmayı tercih etti. Sonuç: korku, yoksulluk, büyük şehirlerde heba olan hayatlar ve bitmeyen yas... Ancak özellikle çözüm süreci dönemini milat alacak olursak; dönemin başbakanı Erdoğan, her şeyi göze alarak başlattığı süreçte ''Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehri içmekse, biz o baldıran zehrini de içeriz. Yeter ki bu ülkeye huzur gelsin, refah gelsin'' demiş ve devletin şiddet politikasına yönelik Kürt halkından özür dilemişti. Ancak ne o dönemde ne de sonrasında Öcalan'dan ne bir nedamet ne de özür gelmişti; köyleri boşaltılan Kürtler, dilleri yasaklanan Kürtler, askerde şehit olan gencecik fidanlar, örgüt içi infazlar... hiçbiri için...

2013’te barış süreci başladığında birçok Kürt aile umuda sarıldı, barış aktivistleri trenle yola çıkmıştı, çalıştaylar ve basın açıklamaları yapılarak sürece destek verilmişti. Belki ilk kez, evladını hem askerde hem dağda kaybeden bir ana, çözüm için dua etti lakin o da olmadı. 2015 sonrası hendeklerle gelen şehir savaşları, Kürt şehirlerinin kendi elleriyle yıkılması anlamına geldi. Hendeklere destek veren HDP’li bazı siyasetçiler, meşru zemindeki mücadelenin altını oydular. 

Örgüt, "öz yönetim" ilanlarıyla şehirleri savaş alanına çevirdi. 2015-2016 yıllarında Cizre, Sur ve Silopi gibi ilçelerdeki hendek operasyonları sırasında, sivil kayıplar ve yıkım büyük boyutlara ulaştı. Bu süreçte, binlerce Kürt evini terk etmek zorunda kaldı, tıpkı 90'lı yıllarda olduğu gibi köyler boşaltıldı, kültürel miras yok oldu...

PKK'nın Fesih Süreci: Gerçekten Bir Çözüm mü?

PKK'nın 12. Kongresi'nde alınan "tarihi" kararlar, örgütün silahlı mücadeleyi sona erdirme ve siyasal alanda mücadeleye devam etme yönünde bir adım olarak değerlendiriliyor. Ancak bu karar, 40 yılın ardından gelen bir geri adım olarak mı okunmalı, yoksa Kürt halkının hakları için bir kazanım mı?

Eğer PKK, Kürtlerin haklarını savunma amacını güdüyorsa, 40 yıl boyunca neden kendi halkına karşı şiddet uyguladı? Binlerce Kürt genci, hem dağlarda hem de şehirlerde PKK'nin eylemleri sonucu hayatını kaybetti. Bu kayıplar, sadece bireysel trajediler değil, aynı zamanda Kürt halkının kolektif hafızasında derin izler bıraktı.

Sırrı Süreyya Önder ve HDP'nin Tutumu

Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Sırrı Süreyya Önder, Gezi Parkı eylemlerine verdiği destekle tanındı. Yıllar sonra tekrar açılan Gezi Parkı olaylarına ilişkin perdede destekçiler tutuklanırken, Sırrı Süreyya Önder'in fitili ateşlemesinin konuşulması şöyle dursun konuya ilişkin hakkında dava dahi açılmadı. Deyim yerindeyse son kertede neredeyse "kutsallaştırılan" aynı Önder, 2015-2016 yıllarında hendek olaylarına ve PKK'nin "öz yönetim" ilanlarına da destek verdi. Hendek olaylarında Kürt genci öldü, yüzlerce aile evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu tutum, HDP'nin barışçıl siyaset anlayışıyla çelişiyor. Eğer HDP, Kürtlerin haklarını savunuyorsa, neden PKK'nın şiddet eylemlerini meşrulaştırmaya çalıştı?

Önder'in "Öcalan'ın tecriti savaş ilanıdır" şeklindeki açıklamaları, örgütün şiddet eylemlerine zemin hazırlayan bir söylem olarak değerlendirilebilir.

Sonuç: Kürt Halkının Bedeli

PKK'nın 40 yıllık mücadelesi, Kürt halkı için büyük bedelleri beraberinde getirdi. Binlerce kayıp, göç, yıkım ve travma... Bu süreçte, Kürtlerin hakları savunulmuş mu, yoksa daha da geriye mi gidildi?

Şimdi bir kez daha “siyaset zamanı” deniyor. Ama önce yüzleşmek gerekiyor mu? PKK, Kürtlere ne verdi, ne aldı? Bu hesap yapılmadan “fesih” tek başına bir çözüm değil, sadece geri çekilmeyi ifade eder. Binlerce ailenin yası, sürgün edilen bir halkın hafızası öyle kolayca silinemez. 

Bugün, geçmişin hayal kırıklıklarıyla yüzleşmekten başka çaremiz yok. “Türkiyelilik”, sadece bir kimlik ifadesi mi, birlikte yaşamanın cesareti, adaleti ve toplumsal uzlaşısı anlamına mı geliyor?

Ne devletin güvenlikçi refleksleriyle ne de silahın diliyle bir yere varılamayacağını geride kalan on yıllar boyunca gördük. Siyaset, cesaretle hakikati söylemeyi; halk, barışı talep etmeyi sürdürebilmelidir.

Belki de şimdi gerçekten kemerlerimizi bağlamalıyız. Çünkü eğer geçmişten ders alınmazsa, tarih yalnızca tekerrürden ibaret kalır.

 

Selam ve selametle...

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.